top of page

Bütün yolcuları oturan otobüste
Bir tek bendim ayakta duran
Ve benim yalnızlığımdı durmadan 
Kendini diğerlerinden ayıran.

Seyahat

Sarı saçların dökülüyor
Söğüt yaprağı gibi sonbaharda
Ela gözlerinin üstüne
Her taraf sararıyor nafile bir aşkla

Geçip gidiyor özlemini duyacağımız her şey
Güneşli gökyüzü berraklığındaki gözlerinden
Sallanan bir elin hüzünlü ezgisi kalıyor geride
Düşüyor boynu aşkın gayya bir kuyuya

Ah ömrün geçiyor bir tren yolculuğunda
Vagonlarda yaşlanıyor hayat
Yaşamak nedir ki diye soruyorum bazen
Başlamak ve bitirmek arasında kısa bir seyahat

Sana Şöyle

Sana şöyle diyeceğim:
Karanlığın sessizce söktüğü akşam güneşinin ardından döktüğüm göz yaşının neminden hüzün kapan havai görünüşlü hüzün bakışlı yüreği nakışlı küçük çiçeğim benim

Ya da şöyle diyeceğim:
Sabah gözümü açtığımda aklımın bütün dehlizlerini kapatan gülüşüne hasta kalbim titrerken bir yudum su niyetine dokunan dudaklarında hayat bulduğum kadın

Rüyada

Bir çift çağlayana bakıyorum sanki
Yemyeşil bir yamaçtan
Köpürüyor benliğimden sevgi
Yükseliyor
Sonra bırakıyor peşini imkansızın
Ve olası olana dönüyor yönünü
Aklında tutarak olanı

Bu üzüntülü sürükleniş
Acı bir kedere bulanıyor
Hissetmez oluyor benliğim başka acıyı
Alınan yaraları duymaz oluyorum
Kıyıya vurdukça su beni her dönemeçte

Derin bir uykuya dalıyorum mutluyum aslında
Çağlayan aşağı ben yukarı
Coşkun bir sevdayla alçalıp yükseliyoruz
Bu mutlu rüyada
Lanetlidir bilsin kim uyandırdıysa

Tanrım nasıl unutulur bu gözler
Neyi temsil ederler
Onda bir bakış sadece
Bende nehirler dereler denizler
Aşk nedir diye sormayın
Nasıl diye sorarsanız bilirim beyler

Küskünüm

Bazı şeyler gelip oturuyor yüreğime
Unutmak mümkün olmuyor
Aldanmayı anlıyorum
Ama aldatmayı anlamıyor aklım
Bu yüzden kendime küskünüm

Karamsar

Bugün karamsar bir havadayım
Yağmur var-yağmuru severim oysa-
Ellerim tutmuyor hiçbir şeyi
Biraz hayalciyim bugün
Aklım göçüp gidiyor yasak diyarlara
Güzel kadınlar geçiyor gözleriyle seviyorlar beni
Elleriyle iteklerken
Varlığım mı diyorum kirleten şu dünyayı
Keşke sadece gözlerim olsam

Sonra kadın oluyor benliğim
Ne zor
Sevgiden başka silahı olmaması
Ve yatağın ayrılmaz bir parçası olması
Bütün erkekleri seviyorum
Saçlarını okşuyorum şefkatle
Biliyorum ölecekler birazcık sevgiye

1967

İlk çığlığımda isyan vardı

Çin’deki zafer sarhoşluğundan

Almış rengini

Terazisi bozuk dünyaya

Ve ilk çığlığımda

Zeytin ağaçlarının budanmasına

Hayıflanmıştım biraz da Yunanistan’da

Çatıda guruldayan beyaz güvercinler

Kırmızıyla lekelenmesin diye

Dis-k-alifiye olmuş işçiler

Yeniden sahne alırken

Yeni bir kalbe kavuşmuştu Güney Afrika’da bir ölümcül vaka

Dr. Christian Bernard’la

Canım ay ayaklar altına alınmamıştı daha

Nijerya’da kırmızı-siyah nehirler akıyordu

Ve Kemal Tahir Devlet Anasını

Tenha bir matbaada basıyordu

Ben doğduğumda

Sen yoktun

En çok da buna ağlamıştım

Gözlerimde bir balık intiharını görmüştüm

Ben doğarken

Sen yoktun

Yıl bindokuzyüzaltmışyedi

Şimdi geç kalmışlığınla

Cezalandırıyorsun beni.

8

Mart
En güzel yüzündür
Soğuğun üşüttüğü ellerimi
Isıttığım
Güleç
Anaç
Ve çocuk yüzlü erliğimin
Hıçkırıklarını bastıran
Kazma kürek yaktığım kapından
Hiç umutsuz dönmediği bakışındır
Mart 8 olur 18 olur fark etmez
Ben seni hep 18 gibi sevdim
8’inde bir çocuk yüreğiyle

Abi Sevgisi

Kardeş seninki abi sevgisi
Sessiz bir türkü benimkisi
Uzun hava, telli turna
Bir kanadında
Kırık bir kız kardeş
Bir kanadında
Yarım sağlık bir ana
Kimi sevmeli bilmem ki
Bütün ayrılıklar yorar beni
Hepinizi yüreğime koyup
Issız bir toprakta sessizce ölmeli
Sizsizlik asla bulmamalı beni
Şehvetli bir sevişmenin kucağında
Ah anne güneşte çekmiş bir gömlek gibi
Küçülmüş bir fotoğrafsın
Kaygım mukadderse, mevsim sonbaharı ömrümün
Münevver ılık bir hasret eğitmeni
Nerik kıskanç ayrılık zamanı
Yeşertirken en nadide gülleri
Evimizin gülayları
Şimdi bir nefes sıhhat arar
Sultan Süleyman
Gül güllü gül
Diye ağlarım burada ben
Sizi bir kağıt gemiye doldurup
Yüreğimin ırmaklarına saldım
Yüzdükçe geminiz siz
Battığı yerde ben ıslandım.

Ah!

Her şey tamam

Soğuklar iniyor dağlardan

Çiçekler topluyor göçünü

Sen kapatmışsın kapını gülümseyen bir aşka

Her şey tamam

Olması gerektiği gibi

Ah bir de şu beklenti olmasa.

Aileme

Köhne bir ışıktım
Ölü bir karanlıkta
Söndüm
Sizi bir bir ayırdım elden günden
Sevgisizlikten.
Bütün kederim benim
Bakışlarınızın gölgesinde büyüyen
Sessizlikten.

Anı

Yıllar önce giydiğim
Kunduramın
Topuğundaki oynak çivi gibi
İşliyor içerime
Düğün resmindeki gülüşün
Ve kulağımdaki sesin.

Anımsama

Bak aklım usulca değiştiriyor yerini
Seni siliyor zamanın kirli eli
Önce yüzün yitiriyor rengini
Sonra gözlerindeki bal rengi
Gülüşün kalmıyor geride
Susuşun kederdir bildim bileli
Karanlık bir köşeden çıkıyor
Soluğumu emiyor geceleri
Gelecek bir ayna gözümde
Küçük bir fotoğraf gibi çerçevesinden geçmiş
Ne vakit önüme baksam
Gülümsüyor karşımda geçmiş.

Anlamak

Benim anlamadığım
Neden insan sürekli aynı hatayı yapar
Aynı sonuçları aldığı halde

İnsan insanı tanır mı peki
Anlar mı ya da
Milyonlarca yıldır ne erkek kadını
Ne kadın erkeği anladı ya da tanıdı
Yaşlansalar da aynı yatakta

İnsanın kaderi ya da kederi
Sevememek bir diğerini özgürce
Bir neden bulmaya çalışmak belki de
Sevgiye

Sahip olmaya çalışmak ölesiye her şeye
Ve sonra korkmak kaybetmekten ölesiye
İnsan akıllı değil, duygusal bence
Aklı duygularını anlamlandırıyor sadece

Belki de anlamak
Yola çıkmaktır sadece
Çağrıyı aldığında

Asıl Mesele

Ne anlatsam eksik kalır göz değil mesele
Ama gözlerine hastayım iflah olmam
Söz de değil mesele ama sözlerinden bal damlıyor
Bal dudağını öpesim var
Yahu sensin işte içinde olasım var
Büyüyüp, gelişip ölesim var
Hep içinde.

Hep içimde
Sana karşı kıpır kıpır bir şeyler var
Adını koyamadığım
Bakmaya doyamadığım
Belki de gidesim var uzak bir diyara
Tavası tası havası koklayasım var
Aşksam sefası kaçsam cefası
Senden ibaret
Ama sen değilsin mesele
Uykusuz gece

Aşk

Bir yelkovan kuşu gibi
Ürkek ve hızlı
Bir yanardağ ağzı gibi
Sıcak ve harlı
Bir çocuk gibi
Umarsız olmasıdır yüreğin.

Barak Uzun Hava

Şemen kara yağız bir oğlan
Buğday yanığı teniyle başak başak saçları
Güney doğu sıcağı kurak bakışları
Issız ve kimsesiz
Ama dağ değil yükseği
Geyik avlamıyor koyun yayıyor ovada
Kaval çalmıyor, uzun bir hava okuyor yüceden
Gırtlağında düğümlenmiş aşkı
Elindeki sopaya işliyor
Hava dingin
Yel esmiyor
Kuş uçmuyor
Köpek havlamıyor
Uçak geçmiyor
Her şey bu yokluktan besleniyor yirmi birinci yüzyılda bu ovada.
Nazlı kurak iklim rüzgârına tutulmuş yüzünde
Sessiz bir aşkı çürütüyor usul usul
Döndüğü halaylar gibi yavaş
Yollar gibi uzun
Ve kısmeti gibi yoksul bir kız
Yüzük kadar küçücük bir ağız
Sanki sözler sığmayacakmış gibi duruyor
Oysa en güzel sözler bu ağızdan çıkıyor
Çıktığı an ovaya
Yılkı gibi dört bir yanı sarıyor
Ve Şemen’i buluyor
Şemen deli
Şemen mecnun ve divane oluyor
Yerinde duramıyor
Nazlı’ya varamıyor
Bir uzun yol boyunca ağıt halay oluyor,
Halay ağıt oluyor
Dolam dolam poşu
Dolam dolam keçik
Dolam dolam zıbın, köynek oluyor
Kör bir karanlıkta kendi zindanında
Sahipsiz bir köpek gibi uluyor.
Ovanın düzünde
İyinin öteki yüzünde
Topal bir çakal yatar
Adı Ali
Gözleri kuytu ve derin
Serin bir asmanın altında
Zengin
Kibirli ve kıskanç
Zalim
Gözünde nazlı bir hayal
O gözler kamçı kamçı
Çakmak çakmak
Yaş yok
Sanki ovanın kurağı düşmüş içine
Yalım yalım yanıyor
Kimse yanında duramıyor
Ali fesat
Ali hain
Kendi adına zalim
Aman bilmez bir Arap Beyi.
Koçero’nun Gülay bir sabah bağın teveğine sarılı
Ucu yanık bir mektup bulur
Ve açar okur
Küçük bir sitem vardır
“Karşıdan geliyor bir çift maraba
Yıkıldı hanemiz kaldı haraba
Anan seni verdi bir dil bilmez araba
Kurbanlar keserim de geldiğin gece
Gelemez miydin gelemez miydin?
Tama ben de seni sevdim diyemez miydin?”
Birden bağ ayaklanır
Rüzgâr çıkar
Tozu dumana katar
Göz gözü görmez olur
Ama Gülay mektubu bırakmaz
Kendi yolunu bulur
Ve Koçero ’ya verir.
Kaç keçi, kaç koyun görür bilinmez ama
Koçero önünde bir sürüyü kişler gibi hızlı
Bir sürüyü gözler gibi sinik
Ve bir sivrisinek gibi kaçak
Doğru Topal’a koşar.
Gün batmadan ovayı bir karanlık kaplar
Çılgın
Belirsiz ve öfkeli karanlık
Önce havaya
Sonra yuvaya
Ve sonra yüreklere yayılır
Korkunç bir çığlıkla Topal Ali bayılır.
Kimse ne olduğunu anlamadan sorgulamalar başlar
Önce en yakın arkadaşlar
Sonra yolda yolakta yoldaşlar
Sonra herkes birbirine sorar
Ama cevap derin bir sessizlikte
Önemini yitirir
Hayat yeniden eski ritmine döner ve yavaşlar.
Nazlı bir selvi gibi ovanın güzelliği
Kendi geleceğinin kederli hüznünde
Rengini kaybeder
Ve keder bulaşıcı bir hastalık gibi
Tüm ovaya nüfuz eder.
Şemen bir ayin gibi her gün tekrarladığı
Nazlı’ya mektuplarını yazmaya devam eder
Ama kalbinin en kuytu yerinde korku
İnce bir sızı olmuş
Bağlamanın telinden süzülür ılgıt ılgıt
Zılgıt zılgıt haykırır Şemen
Ve Nazlı’nın duyduğuna kanaat getirince
Susuverir hemen.
Çünkü nazlı korkunç bir kadere
Ve sonsuz bir kedere yelken açmıştır
Kendi gölgesinden korkar olmuştur
Kendi kusuru olmayan bir bela
Gelip Nazlı’yı vurmuştur.
Babası bağ bozumu vakti
Verir kararını
Sanki her tevekten öcünü alır gibi
Salkım salkım satar Nazlı’yı
Tane tane satar
Henüz yeni terlemiş memeleriyle
Süt kokusu çıkmamış ağzıyla
Sigara ve kül kokan
Aksak ritim bir halayın başı
İblise
Topal Ali’ye
Satar.
Nazlı bir ceylan gibi
Sessiz bir tevazuuyla karşılar
Babasının kararını
Kapar ömrünün bu yarım kalmış ilkbaharını
Kadın olmanın zorunlu nöbetine
İlk eğitimini alır.
İliklerine kadar soğuk
Karanlık bir pınardan oluk oluk akan su
Kalbinin üzerindeki ateşi kaplar.
Şemen bağlamanın telinde bir nağmedir artık
Hasret türkülerinde mecnun
Sevdada kara
Yüreğinde onulmaz bir yaradır.
“Kimim ben hatırlat bana
Kendimle tanıştır beni
Nasıl yalvarayım sana
Lisan ver konuştur beni
Ömrüme ermeden zeval
Geçen günler oldu hayal
İçime bir güzellik sal
Küskünüm barıştır beni”
Şemen böyle söylüyordu artık
Bağlamasına yüklenip
Sema bu kadar kedere başkaldırıp
Kendi töresini bozuyor
Temmuzun sıcağında dolu
Ağustosta boran oluyordu
Ama acı olduğu yerde duruyordu.
Eylül ayının sarı yaprakları takvimden düşerken
Düğün hazırlıkları başlar köyde
Nazlı kendi kaderine düğüm olan bağda
Son bozumunu yaparken
Bir çirtik üzüme buladığı zehri içiverir.
Hayat sessiz ve geride kalan bir tarihtir artık
Acılar ondan uzaklaşırken
Töre kendini tüketir.
Son kalan canını da böyle verir toprağa.
Çırpınmaz
Sarılır
Öper o süt kokan ağzıyla
Ve gelinliğini beyazın kiri gölgeleyen parlağından değil
Toprağın her şeyi kabul eden kırmızısından seçer.
Ve o an kendinden geçer.
Şemen haberi alınca
Susar
Durur
Oturur
En güzel duygularını yüklediği tellerden birini alır
Boğazına bağlar, ince bir kan sızar göğsünde Nazlı’nın olduğu yere doğru
Tam kalbinin üstünde donup kalır
Artık bağlama öksüz
Türküler sözsüzdür
İnce bir iniltinin eşliğinde
Nazlı diyebilir
Ve koca bir ömre bedel aşk
Oracıkta yenilir.
Topal Ali kurşun atar havaya
Öfke ve hayal kırıklığının sesi o kadar yüksektir ki
Kulaklar sağır
Yürekler suskundur
Atılan kurşunlardan biri
Ali’yi diğer bacağından vurur.
Barak bu hüzün ve kederin
En derin
En narin havasını
Hala anlatıp durur.

Belki

Belki de sen susunca

Kelimeler konuşmaya başlıyor

Sesini alıp

Sonra umudu

Yanında sevinci

Ben bu yüzden seviyorum seni

Belki de

Susturduğun sözcüklere arkadaş oluyorum

Aşka dair vaadi olan

Ve içinden geçiyorum diye

Çırpınıyor yüreğim

Belki de

Kendime pay çıkarıyorum her şeyden

Ağlamalarından gözyaşı

Sevinçlerinden kahkaha

Umutlarından yarın topluyor

Kahverengi bir taç yapıyorum

Sonbahar akşamlarına

Ben Böyle

Ben öğrendiğimce yazıyorum abc'yi
Kelimelerden ayna olursa diye
Ruhumun sızılı yerini
Karanlık köşeler kalmış
Ediz beğenmiyor hiç birisini
Şimdi ben öğrendiğimce yazıyorum abc'yi
Konuştuğum gibi geceleri
Gündüzün söylemeye çekindiğim
Yakası açılmış meseleleri
Elif beğenmiyor hiç birisini
Ben öğrendiğimce yazıyorum abc'yi
Yarım şemsiye, tükenmiş kalem, fersiz göz sökün ediyor
Yollarımı alıp alıp doluyorum
Köprüsünü atmış eski sevgilinin boynuna
Birisi beğenmiyor hiç birisini
Şimdi ben öğrendiğimce seviyorum abc'yi
Noktasız virgülsüz seviyorum
Kavgasız gürültüsüz
Yavan kaçtıysa duygularım
Alın bir sözcükte siz koyun tamamlayın
Varsa bir tarafta unuttuğum
Ahmet beğenmiyor hiç birini

Ben Sana

Ben sana söylerim bütün türkülerimi
Sana yalvarır, senden yardım dilerim
Başka kimseyi veya şeyi değil
Bir tek seni severim kalbim dolusunca

Ben sana koşarım ayaklarım koştukça
Sana susarım kalbim kırıldığında
Sana dolarım, sana boşalırım ömrüm oldukça
Ben senden başka neyim ki içimde sen oldukça

Ben unuturum dünyayı inan
Kutupta buzlar mı erimiş
Yukarda ozon mu delinmiş
Ölenler ölmüş, kalanlar kalmış unuturum
Ben sana yaşarım bu hayatı
Kuşları, böcekleri, bitkileri, havayı
Senin için severim

Sen yoksan nefes alamam her yer oksijen olsa
Duyamam kuşların en güzel şarkılarını
Ne yeşili güzel, ne mavisi denizin
Sen yoksan hayat keder, her günü bayram olsa

Beyaz

Hayatta iki beyaz vardır

Kar beyazı birisi

Kavağın gölgesi gibi

Diğeri süt beyazı derler

Yüreğin sızısı gibi

Yüzü kaymak, ateş dibi

Ve kız kendisine

Kar beyazı seçti!..

Bilmem ki...

Belkide aradığımız aşkla sevişmek ve unutmak sonra
Bir başka sayfaya geçerken
Ve özlemle hatırlamak sararan yaprakta kalanları

Belki de sahiplik öldürüyor bizi insanlara ve eşyalara
Ve öldürüyor insanları ve eşyaları
Özgürlüklerinden koparmakla

Belkide kimseye ait değilizdir serseri bir özgürlükte
Sadece seviyoruzdur sıcak bir gülümsemeyi
Ve sıcak bir yatakta şen kahkahalarla kutlamayı

Kimseyi mutlu etmiyoruzdur zorlamakla
Aklımıza estikçe ve arzumuz başını kaldırdıkça
Sıcak bir yuva arıyoruzdur sadece

Gözlerini kapadığında beni görmek istemediğini bilirim
Uyumak veya unutmak için
Bir gün bekleyeceğim baş ucunda ama daha fazla değil
Anlamak için yeter istenmediğimi ve yola çıkmak gerektiğini

Bir yaprağın diğer yaprağa dönüşü bir ömür sürer bazen
Ama sorun etmemeli sevmek kimsenin suçu değil
Sevenin sorumluluğu olabilir ancak
Olgunca çekmek gerek mutlu acısını.

Bir Varmış Bir Yokmuş

Karanlık bir fotoğrafa yansıyor yüzün
Açılıyor renkler birer birer
Her yanın gül oluyor sonra
Senden gülüşün kalıyor
Sesin ve kahkahan geride
Yürüyorsun bilmediğim bir sokakta
Yollar daralıyor birer birer
Her taraf yol oluyor  ıssız ve kimsesiz
Gelişin kalıyor
Gittikçe uzaklaşan
Adımlarının gölgesinde
Uykulu bir geceden toplanıyor yüzün
Saçların darmadağın
Sabah ışıyor insanın içine
İçim tenha
Bir duvarında asılı kalmış
Eski bir gülüşün

Bir Yağmur Damlası Mezar

Yaşamak bunca ağırken ve bunca güzel
Kahrolmadan yaşayalım gel ellerini ver
Yerde çiçek, dalda meyve, havada kar
Ve denizler kadar
Serin yaşayalım gel
Yaşıyoruz diye böyle keyif, böyle rezil
Değmesin kimseden nazar
Ölürsek istemiyoruz ne kefen ne toprak
Arzumuz bir yağmur damlası mezar
Bir bulutun sırtında gezelim diyar diyar.

Boğaziçim Yanıyor

Boğaziçim yanıyor bugün
Biber yediğimden midir ne
Sanki gezideyim aklım başımdan gitmiş
Gözüm yukarda
E güneş var, özgür bir gelecek var serde
Neden indireyim gözümü yere
Asla bakmayacağım aşağı
Çünkü biliyorum ezelden beri
İstikbal göklerde

Boşluk

Bütün  yolları denedim
Ayaklarım mı küçük yoksa
Gittiğim yol yüreğimin sancısı kadar yakın
Korkularım yanı başımda
Çiçekler kokladım
Başka çiçek tanımadım mı ben yoksa
Bütün kokladığım hanımeli
Senin leylak kokun başka
İçimdeki sızıyı dinledim
Gittiğim yollar kadar uzun
Çektiğim çile kadar acı
Gördüğüm sevinç kadar eski
Biliyorum mutsuz değilim hayattan
Bütün sıkıntım boşluktan
Kaçırdığım bir şeylerden geride kalan
Hava geçirir boşluktan.

Bu Gece

Bu gece ay gökte
Karanlık alıp başını gitti
Yıldızlar gülüşüyor muhabbetle
Sesin bayrağım
Yenilmeyiz bu kavgada
Ellerin ellerimde
İndirme gözlerini yere

Bu Şehir

Bu şehir senin şehrin
Kollarında nefes bulursun
Seni işine getirir
Evine götürür yollar
Bu şehirde senin geçtiğin caddelere trafik denir
Bütün arka sokaklarda ölüler dolaşır
Hayaletler fink atar
Bu şehirde üç gün otursan evinde
Dışarı çıkmasan yani
Her şey varlığını yitirir
Senin gelişini müjdeler
Işığı açılan yollar
Geçmediğin yollar kesif bir karanlığa bırakır kendini
Şehir her gün yıkılır
Ve yeniden yapılır
Taze güzelliğiyle görünmek için sana
Sen pikniğe çıkmaya gör
Dağ taş çiçekler açar her mevsim
Üstelik ayrılığı, sevdası, muhabbeti
Bütün renkler aynı dili konuşur
Mangalda tüten et, ekmeğe yatan sebze
Bir sevinç bir sevinç
Yenilmenin en güzel öyküsünü anlatır
Bu şehir senin şehrin
İlk düşen çiğ, son düşen yaprak
Çiğnenen toprak, özlenen toprak
Bu şehir senin
Bu, gözlerimi açarsam kaybedeceğim.

Bukağı

Ne yapsan kurtulamazsın
Ense kökündeki nefesten
Uçurduğun bütün kuşlar döner sana
Göğsündeki kafesten
Ne yapsan kurtulamazsın
Yumağı çözülmüş kar ipliğinden
Bütün anıların bungun
İntihar ederler kendiliğinden
Ne yapsan kurtulamazsın
Yaması sökük düşlerinden
Çilesi dolmuş birkaç yumak
Dokunuverir teğelin boşluğundan
Ne yapsan kurtulamazsın
Kısa bir yaşamın son sözlerinden
Göğsünde bir yarım ezgi
Söylenir durur derinden
Ne yapsan kurtulamazsın
Hıçkırığa bulanmış gülüşünden
Bir tarlafaresi kılığında
Kemirir durur iliğinden
Ne yapsan kurtulamazsın
Kaybolur uçuşan teleğinde
Öç alma vakti vurulan kuşların
Ne varsa öpülmüş ibiğinden
Ne yapsan kurtulamazsın
Zamanın tükettiklerinden
Şimdi açık göğsünde çırpınır
Varolan ikimizden
Ne yapsan kurtulamazsın
Hayat çeker ipini
Uçurtmaya bağlanmış umutların
Bir namlunun ucundaki pimini
Ne yapsan kurtulamazsın
Aşkın imkansız gerçeğinden
Kendi içinde bulduğun gün
Dışına düştüğündür yeniden

Çalı

Kuş uçmaz kervan geçmez

Bir yerde dikilmekti

Çalının günahı

Ne zaman rüzgar okşasa tenini

Çiçeğe dururdu dalları

Alıçlar dökerdi yoluna

Kara bir sevdanın.

Çeti

Sanki bir delikten geçiyor rüzgar
Alıyor bütün kokuları çocukluğumdan gelen
Sonra katıyor bütün kokularını yılların
En çok da senin, en çok da senin

Çeti kokusu seninkisi
Dikenlerle bezenmiş çevresi
Ve sert bir kabukla
Ne zaman sokakta alsam düşerim peşine
Çocukluğumun yaşanmamış yıllarının
Ve hülyaların

Sen kimsin bilmiyorum aslında
Çetisin, kındıra dikenisin ama gül değil
Sen kaçıp kurtulduğum çocukça korkularımsın
Büyüyünce özel anlamlar kazanan

Hiç kimse uzak kalamıyor çocukluğundan
Aklımız kaybederken kendini
Anılar yitip giderken karanlık dehlizlerde

Çukur

Bir çukurum sokağın ortasında
Gizlenmek için herkesin bir defa
Yolunun düştüğü
Ya da bir çukur su dolu
Herkesin bir defa yanlışlıkla
Ayağının düştüğü
Ya da bir çukur derin mi derin
Herkesin yaklaşınca
Yanından dolaştığı
Ya da bir çukur yanağın ortasında
Herkesin bir defa öpünce
Dudağının kamaştığı
Küçük bir çukur.

Değerleme

Üç ekmek ağırlığındasın güzelim
Bütün öğünlerden artırıp
Yarına saklıyorum seni
Krizde muhtaç olurum diye
Ve kuyruğunda bekliyorum
Gece
Konduda
Sıradakiler yerimi kapmasın diye!

Dilek Ağacı

Başında rengarenk umutların uçuştuğu
Bütün dilek ağaçları yalnızdır
Umudun bezini okşayan
Hiçbir el
Dallarını okşamadığı için
Ve bütün dilek ağaçlarının dileği
Bu kadar çaresizliğe tanık olmamaktır
Kendi yalnızlığının yangınında
İçin için yanarken.

Dişim

Ey benim yeri boş kalan dişim
Sıcaklığını üzerimden alıp
Ömrümü yalnızlık kuyusunda
Öksüz bırakan eşim gibi
Sen de erkenden gidince
Kalbim gibi
Ağzım da acıyor şimdi
Bedenimin tavan arasında.

Dolanır Durur

Ben hayata küstüm dostlar ezelden
Yaralı canımı örseler durur
Acemi kalbimi verdim arsıza
Almış ellerine örseler durur

Umuttur yaşatır insan olanı
İnsanı kamilin yoktur yalanı
Vallahi ben sevdim kötü olanı
Bembeyaz alnımı karalar durur

Aşığım sözüm var kendi özüme
Sevdim yalanım yok dursun gözüme
Aldandım sefilin gülen yüzüne
Aklımın içinde dolanır durur

Yeter dursun dünya tükensin acım
Sessizce öleyim budur amacım
Bilirim bulunmaz benim ilacım
Acılar içimde dolanır durur

Dulda

Kolundaki saat izinden izledi
Yitik ve duldasız
Zamanı
Çocukluğunun kıraç toprağından
Erişkinliğine uzanan
Esmer bir güzellik yaparak
Düş kırıklarını
Cılız sesine
Bütün uzak yollara
Dökülmüştür
Sevmenin kıtlığından çalınmış
Sevinçleri

Düşünmek

Araya sıkışmış et gibi
Yanıyor canım
Dilim fink atıyor yatağında
Toprağa düşen tohum
Usul usul filizleniyor
Dikişleri sökülüyor yorganın
Buharlaşıyor yağmur
Bulut salınıyor
Yeryüzü çamur
Temizlenmiş diş gibi
Yeşermiş tohum
Doymuş toprak
Aydınlanıyor yüzüm.

Düşünüz

Bir ay gecesi düştünüz
Gönlümün dokunduğunuz yeri
Hala çığlık çığlığa
Düştüğünüz yer kapatmadı izini
Sevgi üzere geldiniz
Geldiğiniz yer günlük güneşlik
Siz perdeleri çektiniz
Susmadı hiç gözleriniz
Bir ara kalabalıktınız
Her şey susmuştu
Siz yoktunuz konuşanların içinde
Gelirken eksiktiniz
Uğultulu bir vadiydim
Yarıp geçtiniz bağrımı
Coşkun bir nehir gibi toprağımı çaldınız
En güzel anıları göğsümde bıraktınız
Yattığım yerde düştünüz
Avuçlarıma düştünüz
Kollarım yana düşerken
Bir ay gecesi aklıma düştünüz

Eğer

Eğer birini itmek isterseniz
Düşünmeden itin onu
İster uçurum, ister kor ateş olsun sonu
Eğer birini çekmek isterseniz
Tereddüt etmeyin çekin onu
İster kör kuyu, ister bataklık olsun yolu
Eğer kendinizi deşmek isterseniz
Düşünmeyin deşin onu
İster kepazelik olsun, ister keşişlik olsun sonu
Eğer kendinizi bulmak isterseniz
Arayın bulun
Düşünmeyin onu bunu.

Ekmek

Karanlık sabahlarına ışık vurmayan evlerin
Buz kesmiş zemininden uyuşan bacaklarınıza yayılan sıcaklıktır
Küf, ter ve yoğun deterjan buharıyla yanan genzinizi temizleyen
Sıcak, kahverengi gözlü ve upuzun saçlı
Bir güzelin mis kokusu gibi yayılır içinize
Bütün kötü kokular çekilir
Huysuzluklar ve mutsuzluklar alıp başını gider
Mutluluk girer içeri sabahın seherinde
Güçsüz kollar pasını çözer ilk lokmasını koparırken
Ve işe gidenin ardından özlemenin gölgesi düşer
Akşama baban gelecek telaşıdır birazda
Gazete kağıdının arasında göğsünüzü ısıttığı kadar kabartır da
Ve onu çocuklarınızın önüne koyduğunuz kadar erkekleştirir sizi
Kocaya sokulmanın vesilesidir biraz da nemli yorganın altında
En büyük yemindir çarpması ruhumuzu
Yere düşürmeyiz, öper başımıza koyarız
Ve en büyük değerdir onun parası için harcarız emeği
Doğru yolu gösterir rotası eve götürmenin
Namustur, haysiyet ve şereftir
Yüzlerce kilometreden burnunuzda tüten “sallamanın” yanık kokusudur
Bir barak türküsü gibi
Özlemin, kavuşmanın nemli gözleridir
Yoğurda ve tereyağına ruhunu veren
Babanın mirası, annenin emeği, çocuğun hatırasıdır
Ve bir köyün en önemli macerasıdır ekmek

Fare

Siz
Sol koltuğumun altında ısıttığım
Kimsesiz bir fareydiniz
Isınınca ilk yüreğimi kemirdiniz.

Foto

Sevmek diyorum bazen
Su sesi avluda şırıldayan
Cıvıldayan kuş sesi
Çırpınan kanatlarda uzaklaşan
Bıyıkları sararmış bir adamın
Burnundan üflediği duman

Gözlerim yaşarıyor zaman zaman
İçimden hıçkırmak geliyor
Ağlamak adam akıllı durmadan
Kimseye diyemediğim kederimi
Asmak istiyorum kapıda
Ve yatmak istiyorum gözlerinin gölgesine
Buğulu bir akşamüstünde

Susuyor kelimelerim seni görünce
Kendinden utanan köylü kasketinin altında
Bu öyle utanç değil öyle güzel
Sana yetememenin kifayetsizliği

Bak coşku geliyor bir de
Ne zaman bırakıp gitsen beni
Ya da hatırlasan olmadık zaman
Öyle büyüyorum ki kocaman
Kalbim yerinden oynuyor durmadan

Unut diyorum kendime
Sözcükler sağır, duygular kahır
Rasgele anımsanmış bir gölgesin
Yazın sıcağında, öğle uykusunda

Öpmek geliyor içimden
Nereni seçsem bilemiyorum
O kadar değerli ki her yerin
Elimde dünyanın en değerli varlığı
Ve zihnimde hayali
Bu küçük gülümseyen fotoğrafın.

Geçerken Zaman

Ağacını kaybetmiş bir yaprak düşüşü benimki
Uzunca bir süre tutunduğum en güzel yerden
Salına salına uçmak boşluğa
Hafif bir rüzgâr öpüyor saçlarımdan
Kuşlar selam vermiyor çığlığıma
Sadece hüzün var içimde sadece hüzün
Kuru ve sert zemine yaklaşırken yüzüm

Her gün görmeye alıştığım yüksekler yok artık
Yok artık başını kaldırıp gülümseyen gözler
Kaygılı bakışlar almış yerini
Üzerime basıp geçecekleri belli ki
Kaybetmek biliyorum benimki

Ama yaşadım uzun bir ömrü en yüksek noktada
Dumanlarla yarıştım zaman zaman
Sevdalara tanık oldum en içlilerinden
Gölgemde sevişti aşıklar en mahrem sözleriyle
Az mı geliyor sana bütün bunlar
Öyleyse eğer, yaşa ve gör sende
Tek bir anından bile şikâyet etme

Gel ki...

Sen gelmeyince yürümüyor su toprağıma
Aşk diyorsam bir su hikayesi aslında
Sevişmek belkide gece gündüz
Su başında, tepede, ağaçların altında
Gönül istediğince salınmak ulu orta
Öpmek istediğinde öpmek kalçalarından, memelerinden
Gözlerinden, en güzel yerlerinden

Kavuşmak diyorsam her gece her gündüz
Kerem, aslı, leyla, mecnun misali
Hepsi hava, hepsi boş laf
Bünyem seni istiyor, karnıma ağrılar giriyor
Aklım yerinde değil, vücudum almış başını gidiyor
Dur durak bilmeden, kasılıyor, hayaller görüyor
Tenin tenime değmeyince
Terin karışmayınca terime durmayacak bu deprem
Elimde değil
İçimde bir hayvan uluyor olur olmaz
Düşün ben ne yapmalıyım dağın başında, ovanın düzünde
Kışında mevsimlerin, baharında yeşilin, sarısında güzün

Susmuyor içimdeki ses
Çekiyor yularımı hoyrat ve kösnül
Odam desen “kireç tutmuyor kumunu karmayınca
Sevdam desen “baştan gitmiyor sarılıp yatmayınca” misali
Karanlıktayım.
Gel ki başlasın hayat.

Gibi

Sana küçük demeye
Dilim varmıyor
Küçüksün ama
Sandal gemiden ne kadar küçükse
Senin küçüklüğün de öyle
Seni öyle seviyorum ki
Sandal küreği gibi sevgin
Yolumu kaybettiğim denizde.

Giderayak

Ey hayat
Göçmen kuşlar gibi
Her dalının kiracısıydım
Bütün mutluluklarının acısı
Sevmek için bunca yoruldum da
Yorgun kanatlarımda çırpınıp duruyor yine
Yüreğimdeki yolculuk sancısı.

Gidişin

Senin gidişin ömrümü buruşuk bir kağıt yapıyor
Nerede olduğu önemli olmayan
Kirli ve önemsiz yapıyor
Yaşamak isteğimi yoldan çeviriyor
Senin gidişin kahredici bir sessizliğe dönüşüyor
Gülmenin kahkahalı yerinde
Hüzünlü ve kederli yapıyor her şeyi
Duvarları kaplıyor yırtılmış sarı bir duvar kağıdı gibi
Senin gidişin baharı ağaç dallarından topluyor
En hayat yerinden vuruyor yaprağı
Duman ve is yapıveriyor
Yıkılmış bir ocağın taşları gibi kirli ve genzi yakan bir koku bırakıyor
Lezzet duygusunu yok ediyor senin gidişin

Git Belki...

Git belki kurtulursun
Yel değmez, güneş vurmaz
Renkler yer değiştirir
Uçurumlar kapanır
Unutursun
Hiçbir şey izini sürmez olur
Kalın ve karanlık bir boşlukta
Sel yürür izinden
Yıkılmış evlerin içinden
Kimsesiz bir ses olursun
Git belki kurtulursun
Sen unuttukça geçmişi
Hayat koparır bağını
Günler geçer gider
Unutulursun

Gönlümüz

Gönlümüz göklerde
Kuş gibi özgürüz
Seviyoruz bir de
Hayat bu öğreniyoruz işte
Kahpeye boyun eğmeyiz bir de...

Gülüm

Saçlarını örme gülüm
Kaç bulut intiharıdır
Anılarında ördeklerin çimdiği
Saçlarını örme gülüm
Gün yüzü görmeyen
Kaçak rüyalarımın emdiği
Tenin çıplak kalır sonra
Görmek için yüzünü
Perçemini aralayamam sonra
Saçlarını örme gülüm
Gözlerini susma gülüm
Göz yaşlarımın aktığı
Bir haziran akşamı
Cırcır böceklerinin sesini çalarım
Bir viyolonsel ağıtını belki
Sustuğun akşamlar
Düşlerim yalnız bir çocuk gibi kalır
Gözlerini susma gülüm
Gitme gülüm
Bütün yollarda yalnızlığını yürürüm
Çöl kumlarında bir akrep gibi
Kendi zehrimden ölürüm
Gitme gülüm
Gençliğimi büyüttüğüm o şehre
Denizinde kokumu bulamazsın-ki kalmamıştır-
Bir telin ucunda
Yüzyıl mahsur kalırım

Gülüm-seyişin

Ah şu gülümseyişin
Giydiriyor çıplak bir hüznü
Hercai güzelliğe
Yırtılmış kederli yüzünü
Bir oğul cenazesinde
Ağıtlanmış ananın
Ah şu gülümseyişin
Bütün rüzgarlara direnç kazanıyor
Dalgalı her bir deniz
Bütün öfkelerim mavi
Bütün sevinçlerim kızıla dönüyor
Ve ıssız dağlarımdan
Bembeyaz bir kuş havalanıyor
Ah şu gülümseyişin
Enlenmiş bir yürek bırakıyor geride
Dönüşsüz bir bilet
Ve iki yolcu bırakıyor
İkisi de kahverengi
Kardeş iki nehir gibi
Ah şu gülümseyişin.

Günebakan Ayçekirdeği

Bir gün karanlık bir gecede
Ay öptü güneşin sevgilisini gizlice
İffetini yitirdiğini düşünen sevgili
Başı önde çıktı güne
İçi coşkun ırmaklar gibi çağlar
Yüzü kızgın toprak gibi
Başını yukarı kaldırmasını söylediler
Tüm çiçekler
Utanmak mı lazım diye sordular üstüne de
Sevmenin utanması mı olur gönül düştüyse birine
Gönlünün gölgesinde ay
Işığında güneş
Bir metres hayatı yaşadı çiçek
Her gün iki sevgiliyi aldı koynuna
Gece başka
Gündüz başka
Birkaç ay alınca koynuna
Soldu yaprakları
İki çizgili tohuma durdu
Siyah ve beyaz
Ardından ağlarken çiçekler
Güneşe aşık
Ayın sevgilisi bu çiçeğe
Günebakan ay çekirdeği  dediler
Bütün çiçekler
Birini sevmenin utanacak bir şey olmadığını
Bu dersten öğrendiler.

Hangimiz?

Hangimiz kendimiziz?
Kendimiz tanımazken kendini
Herkes deniz olmak ister de
Deniz karaya vurur kendini

Hangimiz kendimiziz?
Kendimiz tanımazken kendini
Herkes güneş olmak ister de
Güneş buluta gizler kendini

Hangimiz kendimiziz?
Kendimiz tanımazken kendini
Herkes nehir olmak ister de
Nehir arayıp durur kendini.
Hangimiz kendimiziz?

Hanımefendi

Hala

Artık kartpostallar yok biliyorum
Ama kıyak resimlerle doludur telefonun
Birini güzel bir yazıyla döşeyip gönder bana ne olur
Sevmen şart değil insanlık ölmedi ya
Hatırlanmış olmak mesele
Unutulduğum şu koskoca dünyada

Bir selam gönder geziye gittiğin Bolu Dağı’ndan
Rize’den, Trabzon’dan, Kaz Dağları’ndan
Ya da çocuğunun elinden tutmuş gezerken
Çarşıdan, kahveciden, pastaneden, pazaryerinden
Biliyorum artık selam göndermek yok
Ama merhabalar var halen
Olsun gönder
Ben iyilik anlarım sen merhaba de bana.
Sızan yağmur gibi upuzun saçlarından
“Yaşıyorsan mutluyum yazarım ben de”
Akan gözyaşlarımdan

Artık kavuşmak yok biliyorum
Hem kavuşup da ne olacak
Yaşımızı almışız işte, ölümü kovalıyoruz bak
Şimdi güzel olan hala aynı dünyada yaşamak.

Hanımefendi biz bu gece
Bir bara takılacağız seninle
İçilmiş bardakları içeceğiz
Okşanmış elleri okşayıp
Barmene bir bira daha söyleyeceğiz
Kurumuş dudaklarımız için
Hanımefendi biz bu gece
Bir bara saklanacağız senin
Yaşanmış anıların tozunu atıp
Bugüne geçeceğiz
Kat edip gözlerimizdeki mesafeleri
Birbirimizi en zayıf yerinden seveceğiz
Kırılmış kalplerimiz için
Hanımefendi biz bu gece
Felekten bir gece çalacağız
Karanlıkta kalanlarımızı
Daha kolay saklayabilmek için
Ve ışık tutabilmek için
Aydınlıkta kalanlarımıza
Günlerin sadece kendi yalanımız olduğunu
Gösterebilmek için
Hanımefendi biz bu gece
Mutlu olacağız seninle
En açık yerinden birbirimizin
İçimize düşeceğiz
Elden ayaktan
Gözden kulaktan vazgeçip
Yek vücut olacağız
Sonra birbirimizi en üryan halimizle
Yeniden doğuracağız
Kirlerimizden arınmak için
Hanımefendi biz bu gece
Çok yol alacağız seninle
Bildiklerimizi arkamıza alıp
Yarına bakacağız
Olunca elmayı yiyip
Gelince kuşları seveceğiz
Açınca çiçekler derleyip
Bakınca göreceğiz birbirimizi
Birbirimizden uzakta belki ama yakın
Özleyeceğiz
Vakti gelince ölmenin öleceğiz
Ama asla üzülmeyeceğiz
Yaşamak varken önümüzde yaşayacağız
Keşke dememek için
Çünkü keşkeler yaşanmamışlık içerir
Biz yaşayacağız.
Hanımefendi biz bu gece seninle
Bol bol sevişeceğiz
Sanırım naz etmeyeceğiz bunca söz üzere
Hadi öyleyse evim yolumuzun üzeri!...

Hayat Nedir Kİ?

Su üzerinde açmış nilüfer gibi parlıyor gözlerin
Geniş ve yaşlı ama uzanmış yatıyor sırılsıklam
Sevinci uçunca kederi kalıyor sevgilerin
Bunu sana yordamınca nasıl söylesem
Hayat geçiyor

Kahpe bir dünya diyebilirsin ama herkes yaşıyor
Kendince ve uygun gördüğü kadar üzünçleri
Unutuyor da yavaş yavaş sevişmeye dalıyor gözleri
Utançtan değil zevkten kızarıyor yüzleri
Ölümün silinmeden izleri

Sen de sevileceksin yeniden en olmadık yerinde zamanın
Eteklerin efil efil esen rüzgârda havalanırken
Çığlıkları ağlamalarını unutturacak zevkin
Lambayı söndüreceksin mutlaka gece olunca
Anılar silecek kendini

Hayat ders alınmayan bir yoldur dönüşü olmayan
Elinde defteri vardır kalemi yoktur
Onu yaşayamayanlar çekilip bir köşeye
Kitaptan okur.

Hayat

Bir film sahnesi kadar kısa bir hayat bu benimki

Ölçülü, herkesin kolay lanet edemeyeceği

Ve hiç şaşırmayacağı kaygılı, kuruntulu

Sığınılmış korkunç köşeleri olan

Kendi cehenneminde sığıntı

Umutsuz çocuk yüzüyle bakan

Gizlenen ama kimse bulamazsa diye korkan

Sen diye birini arayan ergenliğim de hüzünlü

Daima en olmayacak güzele tutulup

Hiç söylenmeden geçen yıllardı

Aşk kavuşulmayacak bir yalandı

Yıllarca kendime söyleyip durduğum

Yetişkinliğim nasıl mı?

Kendi yalnızlığımda saklanıp

Kimseye söylenmeyen aşklarla

Güzel bir hayat.

Hesaplaşma

Bir hesaplaşma başlıyor
Ne zaman elime alsam kalemi
Anılardan kırmızı lekeler kalıyor
Ve intihar sessizliği kaplıyor çevremi
Eksik dişlerinin arasından
Tıslamalı bir ezgi bu şiir
Son türküsünü söyleyen aşığın
Bir deli rüzgarın koynunda
Nasılsa sevdiğine yetişir.

Hey Gidi

Usul usul yürüyor
Yavaşça sokuluyor sol yanımdan
Güneş almamış daha
Solgun yaprakları dalında
Ve upuzun bir gün bırakmış geride
Yorgun hayattan
Yeşil desem değil sarı desem hiç değil
Belki de usanç kahvesi
Bıkmış sevilmekten

Alı al moru mor
Dövüyor tavında ayrılık ezgisini
Gırtlağında mars kurusu kızıl
Ay çöreği kokusu sinmiş göğsüne
Eti kızamık kokuyor ateşli
Uzaktan geliyor göz yaşlarının uğultusu
Çağlayan bir sevda türküsüyle
Simsiyah göz pınarlarından tüterek

Bir ara yatağıma uzanıyor
Ben yokum
Kırılmış hayalleri tuz buz
Kırıklarında kendini seyrediyor paramparça
Ufalanıyor kendi yazgısında kaderinin
Ve eriyip gidiyor coşkun selinde kederin

Ah sonsuzluğa uğurladım onu
Gözüme işledim suretini
Ve kulaklarımda küpe sesi
Göğsümü okşayıp duruyor nefesi
Eğer bitmesi buysa hayatın
Tutmasın kimse beni.

İki Yüz

Çok yürümüş bütün yolcular gibi
Yorgundu senin de yollar
Ama elleri korkaktı
Bütün dönemeçlerini sana soranların
Yaşadığın dünyanın
Ağırdı kirası
Kendi kaldıracağından
Daha ağır değildir yükü
Hiçbir karıncanın
Çıplak pencereleri
Örtmeye yetmez
Hiçbir gitarın telleri
Ve hiçbir ayıp ağır olamaz
Duyar kulak, deri, göz
Duyarsızlığı kadar
Duydum acını inan olsun
Bu yüzden kanar gülüşüm.

İncesu

Zaman her şeyi gizler zulasında
Ve bahar yeni bir evren yaratır yokluktan
Cadde üzerlerinin görkemi habersizdir
Ardındaki müphem ve umarsız yoksulluktan
Sesler ince kıvrımlarına gizlenmiş
Usul usul derine iner
Yorgunluk sarar sıcak bir yorgan gibi
İncesu kapatır gözlerini
Sabah geceden yavaş yavaş soyunur
Kırılganlık artık demir bir zırha bürünmüş
Hayat adaletsiz bir oyundur
Aceleye gelmiş sevişmeleri
Ter kokusunu taşır yorgun dumanlar
Çiçekler akar
Depremden korkan  evlerin arasındaki yokuştan
Boncuğa takılı korkulu nazarlar
Tepeden bakan ezan sesinde buluşur
Ve umut yetiştirir
Kaya diplerinde yetişen
Gün görmemiş çocuklar
Kuyruğu uzun ekmekler bekleyerek
İncesu evleri,
Entarisiz dolaşan fakir mahalle kızıyla
Sonradan görme yosmanın öyküsünü anlatır
Ve deyyus tefeci gibi durur
Tepede görkemli bir apartman
Bir yerde ucu sivri
Kurşun kalem gibi göğe yükselmiş
Dileklerin yazarı minareler
Ve altında çürümüş evlerin
Dileğinde yazılı çareler...
İncesu evleri yaşanmamış bir hayatı gizler
Bağırasım gelir ıssız köşelerde geceleri
Ah ince su evleri
Aralarda  gezinen acemi şair ayakları
Şaşırır kendini.

İnsanlık

Otuz altı yaşım anladım
İnsanlık çok uzak benden
Gelene sevincim çalıntı
Gidene üzülmediğimden
Bir korkudur insan olmak
Üzüntü var, kahır var, kızgınlık var
Elde kürek geziyor kırgınlıklar
Bir gülün kokusuna, çiçeğin sarısına
Yolunu şaşırmak
İnsanlıktan geri kalmak. Anladım.
Otuz altı yaşım anladım
Sevmek var sevilmek var
Ayrılmak var, özlemek var
Alev alev yanmak var
Kutuplarda donmak var
Hatasından dönmek var insanlıkta
Otuz altı yaşım anladım
İnsanlık çok uzak benden
Birisini karşılıksız sevmeden
Gidene üzülmeden
Gelene sevinmeden
Ağlamadan gülmeden
İnsanlık çok uzak benden.

İzler

Senin geçtiğin yerlerim
Silemiyor izini
Gülüşün kalıyor
Ağaca kazılmış kalp gibi
İçim acıyor
Senin geçtiğin yerlerim
Tanımıyor kendini
Yarınsız kalıyor
Yaşamım bu anda donuyor
Geçmişim ölüyor renginde
Sayrıydı yada değil mühim mi?
Senin geçtiğin yerlerim
Çarpıyor kendini hala
Bazen hızlı bazen yavaş
Her şey dönüyor kendine
Senin geçtiğin yerlerim birtanem
Sarıyor kendini hala
Senin gülüşünün rengine

Kahır

Güç anlaşılır
Siz yolculuk sanırsınız gittiğinizi
Ben bilirim
Kaygan bir zemindir hayat
Elinizde sokağın kiri
Kahır kendiliğinden değildir
Çivisi sökülmüş koltuk değneği
Ya da ışığı alınmış bir çift göz
Terk edilmiş bir sevgidir ya da
Kahır kendiliğinden değildir
Sokakta gezinir nedeni
Siz ışık sanırsınız sevgiyi
Ben bilirim
Değildir
Karanlıkta kalmış bebeğin
İnsan sanması gibidir
Yanındaki böceği

Kahpe, Arsız ve Hoyrat

Bir gölge takip ediyor beni
Geçtiğim bütün sokaklardan önceki
Durup dinlendiğim etrafını seyrederken
Kederlendiğim gökteki mavi
Kadar çıplak her yerini gördüğüm
Ve hoyrat
Takip demeyelim buna musallat belki
Unuttum dediğim anda çıkıveriyor
En kötü anılarımı sarıyor kendi rengine
Gençliğimin gürül gürül akan nehrine
Kirli bir dereden giriveriyor
Kahpe ve hoyrat
Utanmazca takip ediyor beni
Kalleşçe aldatıyor görmediğim anda
Gördüğümde de müteessir olmuyor zaten
Göğsünün en ücra yerinde bir el
Sevgi sözcükleri söylüyor bana
Arsız ve hoyrat
Bazen gönlüm kayıyor yinede
Gönül koyuyorum kendime
Alçalmış hissediyorum kendimi
Aldatılmış bir de
Ama sevmeyi de öğreniyorum biraz
Çünkü aşk
Kahpe, arsız ve hoyrat
Kimi seçeceğini bilmiyor.

Kalanlara

Bir gün
Ak güvercin kanadında
Kızıl bir leke gibi
Düşerse perçemim yere
Tatlı yiyin baş ucumda
Ve şarkılar söyleyin
Kavuşmalardan
İsli bir akşamın ilk vakti
Duman üfleyin ardımdan
Titrek çocuk nefesleriyle soğuktan
Bütün kokuları doldurun
Sıcak bir sobanın közlenmiş ateşine
Dokunun baş ucuma ellerinizle
Nerede olursam olayım
Duyarım ben
Bir gün
Bakmaz olun benden yana
Sevdiğiniz bir filme gidin
Yan koltukta elini tutacağınız
Bir sevgiliniz varsa.

Kalbim

Bu kaçıncı yalan kalbim
Bu kaçıncı aldanış
Saat dokuz derse yalan
Birine giderse yalan
Kahvaltı ederse yalan
Sevgini severse yalan
Aldan aldan aldan aldan
Bu kaçıncı yalan kalbim
Uçurum kenarı kalbim
Yolların dikeni kalbim.

Karamsar

Bugün karamsar bir havadayım
Yağmur var-yağmuru severim oysa-
Ellerim tutmuyor hiçbir şeyi
Biraz hayalciyim bugün
Aklım göçüp gidiyor yasak diyarlara
Güzel kadınlar geçiyor gözleriyle seviyorlar beni
Elleriyle iteklerken
Varlığım mı diyorum kirleten şu dünyayı
Keşke sadece gözlerim olsam

Sonra kadın oluyor benliğim
Ne zor
Sevgiden başka silahı olmaması
Ve yatağın ayrılmaz bir parçası olması
Bütün erkekleri seviyorum
Saçlarını okşuyorum şefkatle
Biliyorum ölecekler birazcık sevgiye

Karanfil

Bir ölünün yanı başına iliştirilmiş
Kırmızı bir karanfildir
Ayrılıkla bitmiş aşklar
Göğsümüzde fotoğrafını taşıdığımız

Çiçeğime

Artık çocuklar ağlamıyor
Sessizliğimin arka bahçesinde
Güle oynaya resim çiziyorlar
Dört renk, kuşe kağıt
Sen varsın her karesinde
Üzmüyor akşamın kırıcı soğuğu
Şehrin hengamesi, umursamazlığı
Şiir kapımı vurup gitti derken
Geldi penceremden içeri
Senin gülen yüzünle çok geçmeden
Sevmek unutmak geçmişin kötü izlerini
Şimdi daha çok biliyorum
İnsanı küçülten geçmiş savaşlardan kaçması değil
Önündeki savaşlara hazır olmaması
Sevgin kadar geniş olmayı diliyorum
Evde sesin olsun diliyorum
Ocağın üstündeki piliçte
Sıcak yatağımda ve banyo küvetinde
Alışverişte kızıp evde barışmak istiyorum bir de
Sevişmek ağustos sıcağı fıstıkların gölgesinde.
Senin en büyük meziyetin beni sevmek
Seni mutlu görmek ve yazıya dökmek benim de.

Kayıp

Upuzun vagonlar geçer yanımdan
Kalın anlaşılmamışlıklardan kaçan.
Ses geçirmeyen camlardan yansıyan
Sadece insanlardır
Gazete okuyan, soluyan
Büyük olduğunu boş koltuk kalmayınca anımsayan
İnsanlar
Zırha zırh dolu
Hınca hınç boş vagonlarda
Upuzun geceler çöker üstüme
Üstü yıldız altı ıslak yorgan
El değmemiş uykularım kaçar bir yerinden
Sökülür gelecek güne güvenin bütün taşları
Yaşadığım An-karadır
Ve kaçacak başka şehir yoktur
Çünkü bütün şehirler kaybetmişlerdir tenha sokaklarını
Karanlık köşe başlarının mütecaviz
Yasal boşluğuna.
Aydınlık günler de doğar üstümüze
Elde hiçbir şey bırakmayan geceden
Hayat ipini koparır bazen
Umut ansızın gelir
Temelsizdir
Yeni açan bir yaprakla yeşerir
Bir maganda kurşunuyla son bulur
Upuzun vagonlar geçer önümden
Kimliksiz ve kimsesiz bir kaybolmuşluktan gelen.

Keşke

Her şeyin sonlu olduğunu bilmenin kederi bu
Sen yok olacaksın bir gün biliyorum
Keşke ben kaybetsem bundan önce kendimi
Başkasının ellerine bırakmadan
Yok olup gitsem geriye bakmadan

Keşke senin kalbin kırılmasa, hüzün düşmese yüreğine
Beni düşündükçe, hep aydınlık bir sonbahar günü
Veya ilkbahar günü gelse aklına
Keşke sevgimi bir kalıp gibi işleyebilsem kalbine
Ve seni özgür bırakabilsem keşke alabildiğine

Keşke ellerin çiçek demetinden başka bir şey tutmasa
Yüzün tanımasa bir şeyi gülümsemekten başka
Tenin sevgi öpüşlerinden başka bir his bilmese
Ama biliyorum hayat alacak senden hepsini
Çizgili bir derinin altında

Kırgınlık

Bu kadar dokunmazdı belki de
Yaralı bir çocuk görmeseydim düşümde
Belki ayrılıklar normaldir kim bilebilir
Bir anne hasreti olmasaydı içimde
Siz aklınızdan geçenleri söyleyin yine de
Hayra yorun düşleri
Küçük muskalar yazdırın kenar mahallenin birinde
Yaşlı bir amcaya
Bismillah diye başlayan
Ben çoktan gerdim kendimi çarmıha
Çivileri çaktım
Bütün umutlarımı yaktım kırk bir derece ateşte
Bu kadar dokunmazdı biliyorum
Çocuk kalmasaydı çocuklar
Ya da bir yağmur damlası kadar
Az iz bıraksaydı acılar.

Kısa

Benim hayatım böyle geçiyor
Çok konuşmayı sevmem
Bu yüzden şiir yazıyorum sana
Anlarsan aşk olur aramızda
Anlamazsan aşk olsun bana

Konuştukça

Konuşmayı belledikçe ben
Acılar çekildi yüreğimden
Bana öyle geliyor ki dostlar
Bilemem sizi
Elmayı dalından, üzümü bağından
Atmacayı kanadından
Sözcüklerle vuruyoruz
Ve konuşarak öldürüyoruz
Birbirimizi
Birisini kendi bedenimizden
Yeniden var ederken.

Korku

Kimse konuşmuyor doğrusunu
Ben söylemeğe korkuyorum
Korumasız kalmak fena vuruyor
Beynimin topuğunu
Beynim acıyor en acınası yerinden
Dostum diyemiyorum artık
Her şey sözleşmelerin
Küçük yasal boşluğuna uyuyor çünkü
Kime elimi uzatsam
Bir icra talebi geliyor elinden
Başarı nedir öyleyse
Çalışmağı çıkarınca içinden
Geriye üç kağıt kalıyor ihtimal
Ya da olmayan dördüncüyü aramak

Kuruntu

Ayaklarının usulcacık bıraktığı
İzlerden yürüdüm
Tutundum
Yüreğimin sesine
Kapı önünde bekliyor gülümseyişini
Annesini yitirmiş çocukluğum
Bütün eski umutlarımı yeniledim
Rüyalarımdan uyandım
Soyunup geldim
Elinde eski bir aşkın
Solmuş kokusunu taşıyan
Kapısı sökük kalbinin duldasına
Elleri uzanmaz uzatsa ellerini
Sevse yüreği vurgun
Cüzdanında taşır kalbinden düşürdüğü aşkını
Söker gövermiş ekinlerimi
Her yanı bahar taşkını.

Küçüksün

Küçüksün
Avuçların kaybolur ellerimde
Ve hüzünlü nota olursun
En güzel aşk şarkısının orta yerinde
Küçüksün
Bir çiçek yaprağı kadar
Sabah rengarenk açarsın
Solar tüm renklerin akşama kadar
Küçüksün
Akşamlar korkutur seni
Gözyaşların alır götürür
Bütün sevinçleriyle koca evreni
Küçüksün
Sözler büyük kalıyor
Kapkaranlık kafamda
Tüm sesler kayboluyor
Ve küçüksün
Talih tarihten ne kadar küçükse

Kül

Otuz yedi turna
Selama
Ve selamete dair
Bir yolculukta
Ateşe düştüler
Bu yüzden
Ateşi sönmez Sivas’ın.

Küskünüm

Bazı şeyler gelip oturuyor yüreğime
Unutmak mümkün olmuyor
Aldanmayı anlıyorum
Ama aldatmayı anlamıyor aklım
Bu yüzden kendime küskünüm

Mazi

Geçmişten bir sestin, bir resim belli belirsiz
Gülüşünde buruşmuş bütün duygular
İsli ekmek ocağının yanı başında
Gözleri yaşlı kadınsın
Hıçkırığı boğazında düğüm düğüm
Peki söyle ne olur, geçer mi bu duygular

Ya ben neden bu kadar üzgünüm
Bu kadar sevmişken beni
Çocukluğumdaki kadınlar
Neden iyileşmiyor içimdeki yaralar

Seni her görüşte ağlıyorum bil
Sende bütün kadınlarını seviyorum
Çocuk dünyamın.
Yüzüne geçmişe bakar gibi bakıyorum hayranlığım ona.
Nasıl topladın bunca şeyi o masum ve hüzünlü yüzünde söyle bana

Mikyas

Hiç kimseyi sevmedim bu kadar
Yalnızlaştığım bir sokaktı sevgin
Bütün kuşları ürküten
Güvercin bakışlı çocuktum
Ayaklarım ıslak
Hiç kimseyi sevmedim bu kadar
Tükendiğim kalabalıktı sevgin
Yol açmadım biliyorum
Bütün dikenler benim
Bütün patikalarımda ayakların
Hiç kimseyi sevmedim bu kadar
Özgür bir kuştu yüreğin
Bağlandıkça acıtan
Ben göçmen kuş misali
Güz yaprağımdı sevgin.

Namlu

Silahını sıyırdı kılıfından
Köküne kezzap dökülmüş gül gibi
Ruhuna şeytan girmiş kul gibi
Titredim
Namlunun ucunu
Gözlerime doğrulttu
Bir adım geriye gitmedim
Bugün gözleri
Bir ömürden güzeldi
Hedefinde olmaktan
Hiç şikayet etmedim

Ne Zaman?

Ne zaman yiter anılar
Zaman nasıl silinir anılardan
Her damla kan parmak izidir ölümün
Ve utancın kızıllığını taşır batan gün
Ne zaman unutulur ölümler
Ölüler susar mı cansızken beden
Birini alırsanız tükenir mi ki benden
Ben susarım da suzmaz içimdeki ben
Kan tutar mı Tanrıyı bu kadar ölüm varken
İnsanlık vuruluyor sürekli doğduğu yerden
Anlamadığım şey nedir meselesi insanın
Kendi inandığına mecbur etme gayreti neden
Yalnız yaşayamamanın terörünü
Söküp atamıyoruz içimizden
Kelaynak kuşları gibi yalnızız yine de
Nemrut kadar kötücül ve gaddar
Peki ne zaman biter bu acılar
Ne zaman üstün gelir akıl ve vicdan
Kahpece alınırken yavrularımız elimizden
Ey bizi var eden
Ey kendini yüce gören
Ey karanlığın elleri ve gözleri
Biz yaşıyoruz bildiğimizce hayatı
Çek ellerini üzerimizden.

On Dört

Ben ayı
On dördünde de sevdim
Son dördünde de sevdim
Zamana bakmadım
Ve çiçeği
Kelebeği
Potansiyel insanı insandaki
Sevdim
Solar bir gün diye korkmadım
Ne mutlu bana ki
Geride
Zamana ayarlı sevgiler bırakmadım.

Öğrendiklerimdir

Aldanmayı öğrendim
Yaşadıklarımdan
Berrak bir suya uzanmak
Ve soluğunu yitirmekmiş
Çoğu zaman
Aldanmayı öğrendim
Aşklarımdan
Ömrünü adamak
Ve yalnız kalmakmış
Durmadan
Aldanmayı öğrendim
Dostlarımdan
Sürekli sevmek
Ve hiç düşünülmemekmiş
Ahir zaman

Öksüz

Kaç günüm geçti
Şu kapı önünde
Önlüğü yamalı çocuk gibi
Yüreğimde duyarak
Yırtığını acının
Şu kedi gibi sokuldum camına
Neşeli sohbetlerinizin
Buğusuyla ıslanmış camın
Demlenmiş çay kokusuna
Bir güvercin gibi tünedim
Deniz feneri gözlerinizin
Önü aydınlık çatısına
Sızdırdığı sularda
Yaralarımı sarmak için
Islak yollarınızın
Dehlizlerinden
Bir geçimlik geçmedim
Kapı ağzında uyanmış
Ağlayan çocuktum ben.

Ölümüm

Bilmediğim yollar yürüdüm
Düşmediğim uçurumlar
Yaşamadığım sevinçler
Düşlemediğim zevkler tattım
Tükendiğim acılar
Sesindi götüren
Sustuğun gün ölümüm.

Ömrüm

Ah düne dönüşü olsa
Uçurum dibine düşen ömrümün
Bütün yolculuklarından dönerim
Yaprağı kımıldamayan gönlümün
Ah düne dönüşü olsa
Sızısı cam kavanozlarda biriken
Havası kaçmış ömrümün
Böyle sevilmedim bir daha
Yüreğe saplanan mermi
Yaraya sürülen köz gibi
Emdiğin yerlerim sancıyor
Çocuğum, sevdiğim, düşmanım
Soluğum, tütünüm, dermanım
Ah düne dönüşü olsa
Duvarı sökülmüş ömrümün
Boyası dökülmüş ömrümün.

Özlem

Sen gelmeyince yürümüyor su toprağıma
Aşk diyorsam bir su hikayesi aslında
Sevişmek belkide gece gündüz
Su başında, tepede, ağaçların altında
Gönül istediğince salınmak ulu orta
Öpmek istediğinde öpmek kalçalarından, memelerinden
Gözlerinden, en güzel yerlerinden

Kavuşmak diyorsam her gece her gündüz
Kerem, aslı, leyla, mecnun misali
Hepsi hava, hepsi boş laf
Bünyem seni istiyor, karnıma ağrılar giriyor
Aklım yerinde değil, vücudum almış başını gidiyor
Dur durak bilmeden, kasılıyor, hayaller görüyor
Tenin tenime değmeyince
Terin karışmayınca terime durmayacak bu deprem
Elimde değil
İçimde bir hayvan uluyor olur olmaz
Düşün ben ne yapmalıyım dağın başında, ovanın düzünde
Kışında mevsimlerin, baharında yeşilin, sarısında güzün

Susmuyor içimdeki ses
Çekiyor yularımı hoyrat ve kösnül
Odam desen “kireç tutmuyor kumunu karmayınca
Sevdam desen “baştan gitmiyor sarılıp yatmayınca” misali
Karanlıktayım.

Öznesini Arayan Şiir

Herkes kendisi kadar küçükhanım
Ne dünya daha büyük
Ne işler daha önemli
Herkes yaptığı kadar
Üç öğün diye bir şey yok
Aklından geçtiği kadar öğün
Ve ay altında tuttuğun el
Elini tutmuştur o kadar
Herkes kendisi kadar küçükhanım
Herkes kendisi kadar
Yollar uzun değil aslından
Korkularla çarpımı kadar
Uzar muhayyilede biraz
Her el bildiğini yazar
Ve bütün yaralardan aynı tarz
Kızılca bir kan sızar
Ne kimse uzar
Ne de kısalır zaman
Herkes kendisi kadar hanımım
Herkes kendisi kadar.

Papatya

Sevmiyor yaprakları olmayan
Solgun bir papatya oluyorsun
Yerde ayak izlerin üst üste
Seviyor yaprakların tedirgin
Saklayacak şey arıyorlar
Utanmış yüzlerini
Bir fal nöbetinden geride
Güneşi kararmış çöl oluyorsun
Bedevi seslerinden uzak
Bütün yolların sahipsiz
İzsiz bir ayak
Dolaşıp duruyor yüzünde

Pişman Değilim

Biliyorum diyeceksin
Seni ben tarlada çocukken tanırdım
Elinde yaba, kaba saba halinle
Çita adında bir maymunu taklit ederdin
Şarkı söylerdin avazın çıktığınca

Diyeceksin biliyorum
En görkemli anımda hem de
Gururla yükselirken başım
Yırtık ayakkabımı, kirli gömleğimi
Bir bakışın için neleri verdiğimi

Hayat bu sevdiğim
Ben de buyum biliyorum
İstesem de olamazdım başka biri
Sen sen olduğunca sevilecektin
Oldukça çevrende benim gibi biri
Pişman değilim

Sana Şöyle

Sana şöyle diyeceğim:
Karanlığın sessizce söktüğü akşam güneşinin ardından döktüğüm göz yaşının neminden hüzün kapan havai görünüşlü hüzün bakışlı yüreği nakışlı küçük çiçeğim benim

 

Ya da şöyle diyeceğim:
Sabah gözümü açtığımda aklımın bütün dehlizlerini kapatan gülüşüne hasta kalbim titrerken bir yudum su niyetine dokunan dudaklarında hayat bulduğum kadın

Sen Susunca

Sen susunca
Kapıları kilitleniyor gönlümün
Ömrüm bir gününü görmüyor
Sen gidince
Umudu tükeniyor kavuşmaların
Ömrüm yorgun düşüyor koşuşmalardan
Sen susunca
Kelimeler yitiriyor sevincini
Karanlık basıyor her günümü

Sen

Sen benim en güzel sözümsün
Adını çok söylememem bundan

Sen benim en ince sızımsın
Kalbime düştüğünde sızlanmam

Sen benim en güzel yüzümsün
Arkana gizlenirim utancımdan

Sen benim en büyük hasretimsin
Kavuşma ümidi hiç olmayan

İnce Bir Sızı

Sen benim kuş tüyü yastığımsın
Başımın özlediği ve ömrümün gözleri kapalı
Akıp geçtiği
Mutluluğumun sürmeli bakışısın
Ela hüzünler ve keyifler derdiği mavi
İnce belli bardağısın çay kokulu düşlerimin
Örgülü saçları hasret rüzgarlarımın
Sen benim ağrıyan dişimsin
Yalnız geçilen sokaklarımın
Kaval üfleyen dilencisi
Ezgilerin kıvrımlı ritminde
İnce bir sızısın

Senin Geçtiğin

Senin geçtiğin yerlerim
Silemiyor izini
Gülüşün kalıyor
Ağaca kazılmış kalp gibi
İçim acıyor
Senin geçtiğin yerlerim
Tanımıyor kendini
Yarınsız kalıyor
Yaşamım bu anda donuyor
Geçmişim ölüyor renginde
Sayrıydı ya da değil mühim mi
Senin geçtiğin yerlerim
Çarpıyor kendini hala
Bazen hızlı bazen yavaş
Her şey dönüyor kendine
Senin geçtiğin yerlerim bir tanem
Sarıyor kendini hala
Senin gülüşünün rengine

Sevgi

Sevgi süt gibidir
Altını çok yakmamalı
Gözden uzak tutmamalı
Taşabilir
Her taşan sevgi
Biraz eksilir.

Suç Ortağı

Gelmeyen bütün yolcular
İhanet ederler bize
Gittikleri yollarda
Bizim şarkılarımızı söyleseler de
Ve bütün yollar
Yataktırlar
Kaçamak bir aşk yolculuğuna

Şair Kim?

Ben şairim
Hiç şiir okumayan.
Şiir yazamaz bence
İçinde şiiri olmayan
Ne vakit elime kalemi alsam
Önce üşüşür eskiler
Onların diliyle yazarım bir süre
Sonra siler hepsini benimkiler
Savaşmağa başlar olanla
Olması gerekenler(!)
Ben şairim
İçimde kendi denizim
Kendi balığım
Kendi dağlarım
Kendi çağlarım var
Bir an olur ki içimde
Dar gelir bütün zamanlar
Adını koymaya çalışır akıllı bazı kişiler
Onların kılıcıyla vurur şiiri
Bazen akıllı kişiler
Oysa ok ve yay
Hedef  ve zay aynı şey
Sizde varsa vurulacak şey
Herkes aynı yoldan yürümez
Yürüyemez de
Bazen patikadan yürür insan , sever de
Patika yok! diyenden bir şey beklenmez
Ben şiirim
Dizeyim, beyitim, dörtlüğüm
Şiir nedir denince olur da
Tutuyor bazen götlüğüm
Naif yerinden öptüğüm!

Şehla

Ediz'e...

 

 

Sen sıcacık kalbini sevdiğim çocuk
Şehla gözlerinde biriken acı çığlık
Balkıyıp durdukça yüreğinde
Her denizde ölüyor bir balık


Elinde kör bir kılıç
Kaderin huysuz atına binip
Mevsimsiz harmanlar savurdun
Yurdun zamansız bilinç


Haydar’ın sokağı gibisin
Sevdiğin çocuklar üstünde
Eskimiş oluyor yüzleri ve geç
Seni fark ettiklerinde.

Şimdi

İşte şimdi
Yıldızlar kayıyor gökyüzünden
Çiçekler kıvırıyor yapraklarını güneşe
Sokak köpekleri sahibini arıyor
İşte şimdi
Yoldaşları ürkütülmüş bir kuş
Kendi gölgesinden korkmuş
Arıyor gölgesini
İşte şimdi
Sokaklar denizi yalnızların
Bir martı kopmuş kanadından
Bir kaya başında teleği
İşte şimdi
Kendinden geçmiş bir sevgili
Kaybettiklerini dokuyor mendiline
Yüreğinde elleri.

Tahdit

Siz anlamazsınız sizi
Sizin gibi anlamayanı
Yürüyüşe koyulmuştur çoktan
Elinizde linç aleti
Tespih ve Tank paleti

Talih Kuşu

Sevgili Lucifer'e adanmıştır

“Sen beni hep batağa düşürüyorsun
Başkası gelip kurtarıyor”
Yanında yalnız bir gülüş taşıyor
İçinde sessiz bir keder
Kim olmuş sebep ya da ne
Ne fark eder
Çantasında eski bir telefon taşıyor
Ve çiziktirilmiş bir defter
Ne yazılmış, ne söylenmiş
Ne fark eder
Verdiği bütün sözlerden dönüyor
En yaklaştığı anda kendinden kaçıyor
Kader
Anlamışsın ya da anlamamış
Ne fark eder.

Tam Zamanı

Bugün hava güzel

Sen güzelsin ben umutlu

Ağaçlar yeşil, mevsim bahar

Şimdi tam zamanı

İnsanlar işinde gücünde

Yollar kalabalık ve umursamaz

Yaşamışsın ölmüşsün ne fark eder

İşte tam zamanı

Kimsenin umurunda değilsin

Televizyonda penguenler göz boyuyorlar

Akıl almış başını gitmiş

İşte tam zamanı

Sevdiklerimiz derin uykuda

Kuklalar konuşuyor ekranda

Hainler pusuda

Şimdi tam zamanı

Yalanın kokusu genzimizi yakıyor

Bir zalim çıkmış

Ana avrat sövüyor

Aşkımızı dövüyor

Şimdi tam zamanı

Yaşamanın ve ölmenin

Şimdi tam zamanı

Çünkü hayat çok güzel ve mevsim bahar

Ayağa kalkmanın

Haydi tam zamanı

Tarih

Solmuş bir öpücüğün
Dudakta bıraktığı
Buruk tattır tarih
Geçilen yolların
Keskin virajlarına
Aşina olmaktır tarih
Yarına açılan kapının
Dört eşit vidasından
Paslanmış olandır tarih

Unut

Kaybolmuş bir gölgeyim
Sende buldum ışığını
Taa üç bin yıl öncenin
Kendi mezarı başında
Ağlayan şamanının

Bez bağladım hayaline
Dilek ağaçlarının
Göğe yükselirken dumanları
Kör bir ocağın

Uçurtmasınlar kelebeği
Ölüm düşmüş peşine
Üç günlük izinle hain
Kalbimde saklarım kanatlarını
Göğsüme konsun

Unut

Kara-kollarında büyüttüğün çocuklar
Alınlarında bir leke gibi taşırlar adını
Nasırlı ellerinin ağırlığını
Hasat zamanından biliriz
Bütün körpe fidanlarını
Yaralarken parmakların
Ateşin uygarlığa değil
Barbarlığa yanar senin
Ey yaşam vergisi ağır ülkem
Katma değerini
Bana
Ödettin temerrüt faiziyle
Artık ışıklarım sönük
Yollarım ıssız
Leşimi kollarında taşıma istemem
Ağrılı bir dağın başından
Rüzgar savursun küllerimi
Yedi düvele.

Var Say

Ben gittim var say
Gittim ve bitti acılar
Ben susarım ihtiyaç olursa
İstersen şimdi, hiç konuşmam
Alır başımı yaslayamadığım göğsünden
Uzaklara taşırım
Kuru saman alazlarının yandığı
Ağır alevde yakarım
Zaten yanmışım
Sen mutlu olur musun?

Beni bitti var say
Say ki tükensin sayılar
Sana yazılsın en büyükleri ben sıfırı alayım
Küçülmüş göz bebeklerindeki nefret
Kaybolup gitsin
Ben değilim yavrum korkun
Ben hiç olmadım
Ben sadece senin korktuğun
Her şeyin ters yüzüyüm
Sen böyle mutlu musun?

Ben yokum var say
Say ki
Gezip, eğleniyorsun
Sevişip her fırsatta en yakışıklı beylerle
Demleniyorsun
Beni sorma, hayatın güzel olsun
Sakın dönüp bakma geriye
Eğer bakarsan bir kere
Özgürlüğünü tutuyor olacağım ellerimde.
Peki küçüğüm böyle
Sen özgür olur musun?

Yalan

Bu ağaçlar yalan yere
Boşuna aramaktayım biliyorum
İçimdeki çöl sıcağına gölge
Yeni susmuş bir hıçkırık gibiyim
Yumuşacık sarılmış kazağınla
Bembeyaz boynunda
Kırlangıç sesleri geçer üstümden
Bir kervan yürür soluk soluğa
İlişilmeyen bir serabım aslında
Göğsümde attığını duymazsam kalbinin
Döndüğünü bilirim geriye kırmızının
Ve yokladığını içimi bir sızının

Yalnız Kuşlar

Yalnız
Kuşlar
Titrer
Rüzgarda
Tünedikleri
Dal
Dulda
Olmayınca
Bütün
Trenler
Yalnızlığa
Gider
Peronda
Gülümsek
Bir
Yüz
Olmayınca
Işıklar
Matem
Yanar
Şen
Yüzlere
Şavkı
Vurmayınca
Elim
Cebimi
Deler
Parmaklarım
Derisini
Yüzer
Bir
Elin
Sıcağı
Üstünde
Olmayınca.

Yalnızım

Yalnızım
Şıpıdık terliklerinle
Sesimi götürdüğünden beri
Gecenin koynunda
Bir söğüt ağacı kadar
Yalnızım
Güleç yüzünle
Bütün güvenimi aldattığından beri
Bir tepe başında
Çatısı sökülmüş ziyaret gibi
Yalnızım
Sessizliğimin duvarlarında
Yankılanıyor sesin
Varlığının celladı
Anıt mezarına kilitledi kendini
Yalnızım
Kanıyor yaptığın işkence izleri
Varlığın bir kez öldürdü
Bin kez öldürüyor
Varlığının izleri

Yaşam Şeklimiz

Biz bir yere varmayacağız
Muhtemelen kaybolmayacağız
Yolsuz kalmayacağız, rüşvet almayacağız
Acele edip yorulmayacağız
Bir çim tohumu gibi bazen ayak altında
Bazen dağ başlarında

Yaşayıp duracağız
Aldığımız nefesten dolayı da
Kimseye borçlu kalmayacağız.

Yeter

Şimdi sen kalkıp
Eylemceye gidiyorsun ya
Yüreğin öfke dolu
Bağırdıkça kolların havada
Yerinden edilmişsin
Bütün umutların göç etmiş
Sönmüş gözlerindeki fer
Çocuk ellerin kanıyor
Kahpe terörün avuçlarında
Çıplak ayakların, kalbin kanıyor
Utanıyor bastığın her yer
Yetişkin kalbin yetişemiyor
Acının hızına belki de
Çağdışı dünyayla çağdaş
Ölüm orucu tutuyorsun
Her ramazan
Bayramın yok
Ya da baba diye sığındığın
Örseliyor çocukluk düşlerini
Allah’tan korkmadan
Her şeyden beter
Kaldır başını
Utanma hayat bu değil
Ve insanlık değil bu
Unutacağız birlikte
Unutma bu hoyratlıklar
Geçecek bir gün
Biz kalacağız geride

Yoksa Aşk

Bir dikenin koynunda
Geceyi yarılayıp
Güle dokunmak mıydı yoksa.

Yokuş

İki yokuş arasında geçer ömrüm
İşe gidiş
Eve dönüş
Ne vakit aradaki çukura insem
İçimde bir ateş
Yeni sönmüş.

Yollar

Her yol
Boynu bükük bir ezgidir
Çağırır umudun kırık havasını
Güneş yanığı yüzüyle
Götürür gölgesini sürükleyen
Arayış içindeki insanı
Siz uzaklaşırsınız bir yerden
Kederden bunaldıysanız eğer
Ben yaklaşırım bunalım bir kedere
Çünkü dönerim bir göbekten
Her sefer başladığım yere.

Zamanın Ruhu

Arabanın arka camında görününce sıla
İçimde dayanılmaz bir keder
Önemini kaybeder
Birazdan gideceğim yer

Ben hep içi geçmiş
Yüzü gelecek
Hep kaybedecek
Kahırlı bir hayattım

Hüzünle bağlardım ayakkabılarımın bağcıklarını
Yavaş yavaş
Hep kaybettiklerime üzüldüm
Kazanırken güldüğüm

Bu bir lanet belli ki
Olması gerekenler olurken
Günah çıkarıp duruyor insan
İki ayağının üstünde yükselirken

Hata nerde diye soruyorum sürekli
Sanki doğrusu varmış gibi
Oysa huzur nerde diye sormalıyım
Çünkü dünyaya bir kuralla gelmedim

Oysa bazıları ne kadar emin
Güzel olacağına gidecekleri yerin
Büyük bir sevinçle gömüyorlar geçmişi
Çukurunu öyle kazıyorlar derin derin

An diyorlar önemlidir
Şimdi ve burda
Yaprağını sevmek gibi ağacın
Koca bir ormanlıkta
Ya da bir durağı sevmek upuzun yolda

Ben böyle giderim yolda
Bazen önüme bakarım sevinç ve heyecanla
Huzursuz bir merakla
Bazen de yaşlı gözüm hep arkada

bottom of page